31 Mart 2009 Salı

avenue q türkiye

arkamdaki gruptan biri, volkan severcan’ı gösteriyordu diğerlerine: “dün televizyonda ne dedi biliyor musun: bebeğimizi dünyaya getirdikten sonra eşim gözümde tanrısallaştı. ‘bunu söyleyen adamın gösterisi izlenir’ dedim, aldım biletleri..”

o akşam volkan severcan’ı izleyemediler. reji koltuğundaydı sadece ama karar doğruydu. eminim mutlu, gülen yüzlerle ayrıldılar salondan.

avenue q türkiye’den benim de sanırım cenk sökmen’in duvarından haberim oldu. muhteşem bi kadro, türkiye’de örneği olmayan bi proje. ben de durmadım, hemen aldım biletimi.. ne yazık, cenk sökmen de yoktu galada.. ya da ‘oynamadı’ demeli, selamlamanın sonunda emre altuğ kolundan tutup çıkardı sanırım sahneye.. (hemen belirtelim o zaman: volkan severcan kardeşi bora ile,, cenk sökmen de kardeşi? melis sökmen ile dönüşümlü oynuyorlar. bu arada kadroda, sökmen’lerden olduğu izlenimi veren biri daha vardı, ama değilmiş: can bora genç)

bilmeyenler soruyor belki: yahu ne peki bu avenue q?.. kolayca, büyükler için susam sokağı diyen var.. kuklalar ve onlara hayat veren oyuncularla bi müzikal, gösteri.. işte adresi: http://www.avenueqistanbul.com/index1.html

evet susam sokağına benziyor, yakın karakterler var: edi ile büdü ya da kurabiye canavarından kopya mesela.. oyuncuların rolü ellerindeki kuklaları oynatmak, konuş(tur)mak.. ses vermek, ruh vermek. onları öyle izlemek o kadar keyifli ki. arada kaçacak biliyorum ama gözünüz kuklada olsun daha çok. keyfiniz ve şaşkınlığınız artacak, bu emeğin karşısında sahnedekilere daha çok saygı duyacaksınız.. bu arada söylemeye gerek var mı bilmem, susam sokağına benzer ama konular biraz daha yetişkinler için. ben projeyi çok sevdim, harika bi iş çıkmış ortaya, tek itirazım hikayeye.. dil yetişkinlere göre tamam da konu fazlaca basit sanki, orda belli bi yaş düzeyi korunmak istenmiş gibi. bence bu ekip bu projeye çok daha güzel bir hikaye yazabilirdi. bu mümkün müydü bilmiyorum ama o zaman her şey dört dörtlük olurdu bence.

yine de görmemek olmaz.. bambaşka bi iş. son derece keyifli.

son olarak, yazmayacaktım, diğerlerine haksızlık olsun istemiyorum, bora severcan, emre altuğ, demet tuncer, diğerleri, hepsi çok iyiler ama duramadım yazmadan da: engin alkan muhteşemsin

23 Mart 2009 Pazartesi

gölge ve 28. festival

neredeyse 1 sene olacak.. gölge ilk kez 2008 festivalinde seyirci karşısına çıkmıştı, orda izlemiştim.. vizyona girmesi ise nihayet.

bi dönem filmi gölge.. mehmet güreli’nin peyami safa’dan uyarlaması. değişik bi havası var. hoşuma da gitmişti, sıkıldığım yerler de olmuştu. dönemi iyi yansıttığı anlamına gelir mi bilmem, eski bir film izliyormuşum hissine kapıldığımı hatırlıyorum (bugün izleyenler daha çok böyle düşenebilir, vizyona girinceye kadar eskidi çünkü). venedik sahneleri çok güzeldi.. o başka filmlerden çok bilindik venedik çıkmayacak karşınıza. ağır, romantik, biraz gizemli.. fransız filmlerine yakın sanki. tuhaf. içten içe sevmişim.. şimdi yeniden göresim geldi. venedik’i özelikle. oyuncular da iyiydi, abartısız ve sağlam.

bu arada bu yılki festivalin biletleri yarın çıkıyor satışa.. az önce göz attım ve ufak bi liste oluşturdum. bakalım gitmeye fırsat bulabilecek miyiz?

kesin görülecekler:
baader meinhof, ricky, il divo, kanun benim, uzak ihtimal, korkma benden..

bi ihtimaller:
hoş geldiniz, gidişler, bu filmde ben varım, piçler, tulpan…

bi de saat ve gün olarak hiç uymayanlar var, onlara hiç bakmadım ne yazık ki..

17 Mart 2009 Salı

bir tiyatro günü

cumartesi günü dotbilsarda sezon finalinin bir provasını yaptı adeta.. vur/yağmala/yeniden’in şimdiye kadar sahnelenen 5 gösterisi art arda sunuldu.. aradaki 1 saatle birlikte 6 saate yayılan bir tiyatro maratonuydu.

ben o kadar kalmadım. kaçırdığım 2. gösteriyi izledim, 4.yü yine başka zamana bıraktım, zira benim için de ayrı bi tiyatro günüydü cumartesi.. dot’tan çıktım oyuncular tiyatro kahve’ye, ordan çıktım kenterler’e..

bilsar’da korku ve sefalet’te uğur polat vardı bi kere.. adı yeter. ama ben asıl, savaş ve barış’ta cem özeren’i çok başarılı buldum. en son gölgesizler’de çıraktı galiba. çok iyiydiler tuğrul tülek ile birlikte, alex ve asker..

bu arada dot’ta izleyiciler arasında oyunların yazarı mark ravenhill de vardı. pazar günü de paneli.. ravenhill, dot’un bu oyunları sahnelemedeki hızını ve cesaretini övdü, başka tiyatrolar için örnek olduğunu söyledi. rusya’da çekinmişler mesela sahnelemeye..

dot’un böyle bir avangart rolü var. belki de bu yüzden takipçileri genelde belirli.. çoğunu tiyatroyla teoride ya da uygulamada ilgilenen kişiler oluşturuyor. haftasonu da öyleydi. cumartesi izleyeciler arasında bisürü oyuncu vardı yine, sürmanşet ekibi topluca gelmişti. pazar günü de sorular hep tiyatro üzerine yazan, araştıran, kafa yoran kişilerden geldi.

cumartesimin hayal kırıklığı atölye tiyatro topluluğu’nun ödemeli arama’sı oldu. telefon kulübesi filminden hatırlanabilecek, ordan uyarlama ve çok şey vadeden bir metin.. ama sanki istenen ile ortaya çıkan arasında epey fark vardı. rahatsız edici bi amatörlük belki..

akşam ise kenterler’de cimri.. muhteşem bi klasik.. mehmet birkiye’nin rejisi harika bir dans koreografisi gibi.. birkiye cimri baba rolünde sahnedeydi aynı zamanda, ama sanırım müşfik kenter ile dönüşümlü oynayacaklar.. müşfik kenter için de yeniden izlenmez mi?.. galanın tek sıkıntısı aşırı kalabalıktı.. dolsun tabi ki salonlar ama düzensizlik olmasın, insanlar ayakta kalmasın değil mi? ayrıca uzun tek perdelik oyunlarda havalandırma da ayrı bir sorun oluyor. son bir tüyo, sahnenin tamamına hakim olmak için kenterler’de cimri’yi kesinlikle balkondan, mümkünse ön orta koltuklardan izlemeye bakın.. budur.

8 Mart 2009 Pazar

39 basamak

bazen neyle karşılaşacağınızı bilmeden, hiçbir yorum okumadan bi oyuna gitmek de iyi oluyor.. tiyatronun adı yetebiliyor bazen, gözü kapalı gitseniz pişman olmuyorsunuz..

39 basamak, hitchcock filmlerinden biri.. bi polisiye roman uyarlaması. izlediğimi bile unutmuşum. kenterlerde tiyatro uyarlaması sanırım bir yıldan uzun süredir oynuyor.. görmek istiyor ama oyun haliyle ilgili hiçbir şey bilmiyordum. cuma akşamı izledim. çok keyifliydi, çok eğlendim.

bi polisiyeden harika bi komedi çıkmış ortaya. daha doğrusu tam bi absürtlükler silsilesi. başta yönetmen mehmet birkiye’yi alkışlamak gerek. sonra olağanüstü performansları nedeniyle oyuncular demet evgar, hakan gerçek, okan yalabık, bülent şakrak.. onca karakteri 4 oyuncudan izliyorsunuz oyunda. sadece hakan gerçek bi tek rolde. diğerleri rus oluyor, köylü oluyor, polis oluyor, şovmen oluyor, rüzgarda uçuşan çalı bile oluyor.. dekorlar aynı absürtlükte.. hikaye çok da önemli olmuyor bi noktada. öyle bi ritim yakalanıyor ki hikayeyi merak etmiyor duruma gülüyorsunuz. bütünü çok iyi ama benim favorilerimden biri tren sahnesiydi, imkan olsa tekrar tekrar izlesem. son olarak demet evgar.. güzel kadınların bi de böyle başarılı olduklarını görmek iyi hissettiriyor insanı.. ya da beni, başkasına karışmayayım.

6 Mart 2009 Cuma

muhabir

zamanın çok hızlı geçtiğini düşünmeyen var mı? geçen gün 29 yaşımı bitirdim.. ara sıra geriye dönüp bakınca şaşkınlığım çok büyük oluyor. küçük miktarda da olsa bi işten para kazanmaya başlayalı 15 yılı geçmiş.. para kazanmak mühim. birileri sizin emeğinize karşılık bir şeyler ödemeye başladıysa çocuk sayılmazsınız artık, çevrede olup bitenlerin farkında, dünyayı tanımaya başlamışsınızdır.. ama o yaşlarda zamanı algılayamadığımı şimdi anlıyorum. muhtemelen şimdi de hakkını veremiyorum, bakalım ne zaman fark edeceğim.

15 yıl önce.. o kadar yakın geliyor ki. o günkü halimi düşünüyorum: 14 yaşındayım. ve o yaşımdan şimdi bana çok kısa gelen 15 yılı çıkardığımda daha doğmamış bile oluyorum. ülke kara günlerin içinde.. 12 eylül daha yaşanmamış. 15 yıl önce, yani 14 yaşımdayken ne kadar da yakınmışım o günlere, farkında değildim. üzerinden çok çok uzun zaman geçmiş gibi gelirdi, bilmezdim. oysa yaşadığım o günler, 12 eylül’ün, o günlerde yaşananların izlerini taşımıyor muydu? şimdilerde o izler yine yok mu? 90’larda yaşadığımız nice kara olayların izleri yok mu? olmaz mı, hiç uzak değil ki..

zaman zaman aklıma gelen şeyler bunlar.. bugün yeniden düşündürten memet ali alabora’nın muhabir’i oldu.. memet ali çok güzel hikayeler anlattı, ailesinden, annesinden, babasından, çevresinden, hayat’tan.. sonra muhabirlik günlerinden, aktör olma yolunda yaşadıklarından. kimi zaman duygusal, kimi zaman matrak, kimi zaman işte böyle düşündürten.. çok hikaye vardı, görüntüler vardı.. örneğin biri, o kadar çok izlemiştik, o kadar çok içimize işlemişti ki hiç unutmayacağımı sanırdım: israilli iki askerin bir filistinlinin kolunu taşla vura vura kırma görüntüsü.. belleğe güven yok, ne kadar gerilerde kalmış, şaşırdım..

zaman hızlı geçiyor.. girişteki gibi, zamanın bize oynadığı oyunu algılama çabama bazen anne-babamı da katarım.. örneğin işte yine 15 yıl önce, ben 14’ümdeymişim, annemi hesaplarım: 46 yaşındaymış. yaşlı sayılmaz. ağbimin şu anki yaşından 4 yaş büyük. düşününce genç bile gelmeye başladı.. ağbimin yaşlandığını kabul etmek daha zor şimdi. sonra acaba ben doğduğumda annem kaç yaşındaymış, ufak bi hesap: 32.. yani şu anki yaşımdan sadece 3 yaş büyük.. artık buna genç diyeceğim.. 5-6 yaşlarımı hatırladığıma göre annemin genç sayılabilecek yaşlarını da az çok hatırlıyorum demektir. oysa annem imgesi hiç gençlik çağrıştırmaz bana.. neyse, nerelere geldik.. siz de okumuşsunuz buraya kadar. bunları düşünmek belki tuhaf, belki başkaları da düşünür. bilmiyorum, sadece aklıma geliyor bazen..

memet ali alabora, avkıranlar ellerinize sağlık..

gölgesizler

merakla bekliyorduk, gölgesizler beyazperdeye düştü..

gerçi müdavim okur, yazıdaki düşsel yoğunluğun sinemada görülür kılınma çabasını kendi alanına bi müdahale kabul eder çoğu zaman.. bu tür girişimlere baştan mesafeli yaklaşır, bazısı filmi hiçbir zaman izlemeyecek kadar önyargılıdır, bazısı sonuçta yine yazarının bi parçasını taşıdığı için filmi de bir an önce görmek ister.. onların yorumları da ayrı olur elbet..

gölgesizler’i okumamıştım.. hasan ali toptaş’ın güçlü kaleminin farkında olan biriyim sadece, müdavimi sayılmam. o yüzden bi önyargım varsa filmden yanaydı; iyi roman, iyi yönetmen, iyi oyuncular vardı önümde.. karşıma çıkansa karışık bi film oldu.. anlam açısından düşünmeyin tabi ama, çağan ırmak’ın kabuslar evi serisinin toplamı gibiydi.. belki amaç da buydu, bi toplam vermek, işte herkesin bi gizlisi var, olmayacak şey yok, iyi kötüyle var, hepimiz kardeşiz ve daha birçok doğru-yanlış yoruma izin vermek, düşündürmek.. bilmiyorum, olabilir.. ama öyleyse de sonu çok kötü bence.. iyi yanları: at sahnesi, oyunculuğunu fazla göremesek de taner birsel, sevgili beyti’ye hem de hiç azımsanmayacak kadar rastlamak ve bekçi rolünde hakan karahan.. a tabi bi de candan erçetin’in müziği var ama trabzon’da yazılar akmaya başlayınca filmi durdurma adeti varmış, ondan sinema salonunda mahrum kaldık..