22 Şubat 2009 Pazar

dot'a övgü

sadece yetenek değil bazı şeyler.. daha çok cesaret. yeteneğinizle insanları hayran bırakabilirsiniz, ama cesaret cesareti doğurur.. yer açar, yol açar, gözleri açar.. arkanızdan gelir insanlar.

4 yılı geçiyor dot kurulalı. şimdi kimler varsa türk tiyatrosunda en büyükler dediğimiz, duayen dediğimiz, az kaldı murat daltaban da onlar arasında sayılacak.. sadece kendi için çalışmayan, uğraş verdikleri alanı genişletenler değil mi bunu en çok hak edenler? dot bambaşka bi tiyatroyla tanıştırdı türkiye’yi.. kimilerine sert de gelse, ters de gelse.. genç oyuncular kazandırdı.. onlara kendilerini geliştirmeleri için imkanlar, büyük roller verdi.. yıllardır tiyatro yapanlara yeniden şevk verdi, gençlik kattı.. şaşırdı seyirci. sonra yeni mekanlar.. mısır apartmanı, bilsar binası.. bu sezon kürklü merkür ve karatavuk devam ederken vur/yağmala/yeniden gibi akılalmaz bi proje.. okuma tiyatroları, oyun yazarlarıyla söyleşiler.. radyo oyunu bile yaptılar geçen cumartesi.

murat daltaban bunları tek başına mı yaptı? değil kuşkusuz.. özlem daltaban, o gençler, destekleyenler, kim bilir kimler.. ama bi cesarete ihtiyaç vardı.. şimdi gidin görün, dotbilsarda’ya uğrayın bi gün, fuayede bi kahve alın, insanlarla kaynaşın, az sonra da öyle şaka değil, balyoz gibi bi oyuna hazır olun..

19 Şubat 2009 Perşembe

bayrak

“iyi dilekler gölgeleri uzatır…”

keyfim yerinde.. berkun oya yeni oyunuyla döndü nihayet: bayrak.. sadece çarşambaları matine suare oynuyorlar şimdilik. gecen haftaya kadar gececiydim ya, tek üzüntüm bayrak’ı görmeyi erteleyecek olmaktı.. ama heyhat, iki günde yeniden gündüze geçince çarşambayı iple çektim..

çok iyi bi metin, mükemmel oyunculuklar.. berkun oya, kuşkusuz türkiye’nin en iyi oyun yazarlarından.. ilk perde, ilk tablo muhteşem.. tiyatroda pek alışık olmadığımız bi gerilim, bi heyecan var ilk tabloda.. köksal engür, ayten uncuoğlu ve ali atay çok iyiler.. ali atay’ın ikinci repliği “anlamadım baba”.. belki abartıyorum, belki bi şans, tesadüf ama insan bi replikle, iki kelimeyle oyunculuğunu böylesine gösterebilir mi?.. o kadar gerçek ki..

öteki oyuncuları da saymak gerek, hepsi çok başarılı.. canan ergüder. bıçak sırtı dizisinden biliyorum onu.. sahnede bu kadar iyi olabileceğini hiç tahmin edemezdim. ve en az 20 dakika, yani iki perde arasında yerde yattı kaldı yazık.. hazırlıklıydım ben, can uyarmıştı. insanlar ne olduğunu pek anlamadan ben dedim yanımdakilere “ilk perde bitti, bakmayın orda kalacak o”.. sonra.. okan yalabık ve bartu küçükçağlayan.. bu arkadaşları yıllarca izleyebileceğimi bilmek büyük keyif..

yeniden metin.. evet biraz gerilimli bi hikaye.. belki esrarlı demek daha doğru. o yüzden dikkatle izliyorsunuz, ciddi ciddi. ama arada öyle komiklikler çıkıveriyor ki birden yüzünüzdeki gerginlik gitmiş, ağzınız kulaklarınızda.. sadece metin değil, ali ve bartu’nun da payı büyük bunda..

oyundan başkaca mutluluğum senaryonun da basılıp kitap haline getirilmesiydi.. hemen aldım, hiç utanmadan imzalattım da.. önceki oyunların metinleri de sordum arada tabi.. yaza doğru onların da basılacağını söyledi berkun oya..

oyunun provaları sırasında metinde bazı değişiklikler yapmış berkun oya.. birkaç sayfa ve sondan bi önceki tabloyu çıkarmış.. bana kalırsa iyi de etmiş, ama anlaşılıyor ki özellikle o birkaç sayfayı atarken epey zorlanmış, ileride sahnelemek isteyenlere ufak bi not bırakmış.

neyse, böyle işte.. tiyatro biraz daha büyüdü bugün gözümde..

16 Şubat 2009 Pazartesi

yeşil papağan ltd.

“Bu göç etmeyen tür, başarılı bir şekilde 'karışık habitatlar' içinde yaşamaya adapte olmuş ve şehirleştirme ve ağaç kesiminin korkunç saldırısına dayanan az papağan türünün biridir.” *

hangi tiyatroda nasıl bi oyunla karşılaşacağınızı az çok tahmin edersiniz, belli bir çizgileri vardır.. sadri alışık tiyatrosu da öyle.. orda oyun izleyeceğimi pek düşünmezdim, ama oldu.. nasıl oldu?

1- yağmurlu bi istanbul günü, girecek bi sinema ararken yolum atlas pasajına düştü.. filmlerin saatleri uygun olmayınca gözüm tiyatro afişlerine kaydı..
2- düşünmeye başladım: oyun izlemeyeli epey olmuştu. sürmanşet’i de listeden çıkarınca izlemek istediklerim arasında saati bana uyan da yok gibiydi...
3- afişi incelerken evet bu oyunu bi köşeye not ettiğimi hatırladım: yazan memet baydur, yöneten yiğit sertdemir.. referanslar sağlam.. oyun: yeşil papağan ltd..

şimdi bu maddeleri sıralayınca doğrudan tiyatroya girdiğimi düşünebilirsiniz.. hayır, sinemaya girdim. oyun da başka gündü, ama evet ben ikna olduğum için biletimi aldım, film izlemek için yolun karşısına geçtim..

peki artık konuya gelelim.. yeşil papağan ltd. yakın geçmişte çok gündemde olan bi konuyu sahneye taşıyor.. mafya ilişkilerinin hayatın her köşesine sızmasını, ucundan kıyısından handiyse herkesin bu işlere bulaşmasını.. metnin eskiliği hissedilmiyor değil ama çok güçlü bir kalemden çıkınca o kusur da göze pek batmıyor.. araya güncel göndermeler de sıkıştırılmış.. başbakan’ın “daha da gelmem”leri, “one minute”leri falan.. biraz zorlama ama seviyor seyirci böyle şeyleri..

buradan oyunculara geçebilirim.. çünkü öncelikle başbakanın bu sözlerini yüklenen oyuncudan söz etmem gerek.. 50 yılı aşkın bir süredir sahnelerde: tuncer yenice.. yeşil papağan’da kısa bi rolü var ama çok başarılı.. bi daha sahneye çıkar mı diye baktım durdum..
ve başroller.. seyirciler arasında onları yaprak dökümü’ndeki adlarıyla hatırlayanlar çoğunluktaydı, benim de kulağıma çalındı. ahmet saraçoğlu (tahsin miydi dizide?) ve yusuf atala (hani kahveci olan).. ikisi de çok iyiydi. ahmet saraçoğlu sesini de oyuna katarak karakterin tamamen içine giriyor..

genel olarak dört dörtlük bi oyun değil yeşil papağan ltd. ama benim beklentimi karşıladı açıkçası.. zaten her şeyi büyütmeye ne gerek var ki.. hayat kısa ve işte geçiyor zaman..

* wikipedia

10 Şubat 2009 Salı

şeylerin şekli

gecen senenin flaş oyunlarından biriydi.. bu sezon, salvador dali göndermeleri içimi ısıtıyor’un ardından yeniden aksanat’ta… bi kere sıra dışı yönetimi için mutlaka izlenmeli. mehmet ergen adı yeterli.. hikaye de ilgi çekici, diyaloglar abartısız, günlük hayattaki gibi sade.. tuhaftır, bi tiyatro oyunu değil de film seyrediyormuşum hissine kapılmıştım.. üç boyutlu bi film ve yanıbaşınızda, salonunuzda oynanıyor gibi.. sonunda da kutlamaya hazır olun! artık iyice aşina olduğumuz genç oyuncular, esra, betül, deniz ve bartu da alkışı ayrıca hak ediyor..

önerim bi cumartesi günü şeylerin şekli’ni izleyin ardından akşamınıza daha keyifli devam edin.. fırsatım olursa ben de yeniden görmeye varım..

9 Şubat 2009 Pazartesi

valkyrie

gecen hafta ali ile benjamin button’u izlemek için çıktık.. ama erkenmiş biraz, 1 hafta sonraymış gösterimi.. alternatiflerden pandora’nın kutusu’nun ben sinemasını beğenmedim, valkyrie’yi ali pek tutmadı. sonbahar’a girdik..

valkyrie’yi bugün izledim, pişman da olmadım hani(ali bey!).. gerçi beklentimi minimize etmiştim, tom cruise karşıtları çoğaldı son zamanlarda.. unutuldu gençliğimizin idolü..

perdede ilk kareler belirince epeydir savaş filmi izlemediğimi fark ettim.. valkyrie de tam anlamıyla savaş filmi değil ama benim gibi uzak kalan birine başlangıçtaki baskın anı bile yetti.. tuhaf bi şekilde hem bombalayan hem de aşağıda vurulanlar gibi hissettim kendimi, ikisini aynı anda.. müthiş güçlüydüm.. dönüp yeniden yeniden ateş etmek, vurmak, yok etmek istedim… ve bir an önce ordan kurtulmak, kaçacak bi yer bulmak.. hayatın sonu gelmiş gibi, şu kadar yakın.. niçin ölüyorum? niçin öldürüyorum?
şöyle esaslı bi savaş filmi izlemeli…

ve valkyrie.. bi kere gerçeğe dayanan hikayesi çok çekici.. beklediğimden daha heyecanlı.. ben o bomba hiç patlamayacak sanmıştım.. sonra darbe girişimi.. sonuçsuz kalacağını bilseniz de siz de tam tersi bi film çekiyorsunuz aklınızda.. darbe düşüncesi somutlaşıyor..

amerikan fimlerinde adettir ya, ana konunun yanında bi de aşk hikayesi falan olur.. burada da asıl adamımızın eşi, çocukları falan var, işin duygusal yanı.. ama tahammül sınırlarını zorlayacak kadar girmiyorlar filme.. artı olarak yazdım ben bunu.. o aileden, kurşuna dizilen adamımızın anne karnındaki bebeği ise bugünkü filmde babasının yanındaki darbecilerden birini canlandırıyormuş.. filme dahil olmayan bi ayrıntı ama daha dokunaklı sanırım..

8 Şubat 2009 Pazar

sonbahar

aye aye orti*…
sonbahar adından belli, bi hüzün filmi.. ölümü bekleyen bi adamın son günleri.. bi yanıyla politik. cezaevlerinde f-tipine karşı başlatılan ölüm oruçları, ardından gelen operasyonlar, geriye kalan sağlığını, hayatını yitirmiş insanlar.. ama kesinlikle bir propaganda filmi yok karşınızda. başlangıç, aralardaki hatırlamalar ya da göndermeler.. olayları bilmeyenler için sadece “acaba ne olmuştu o günlerde?” diye meraklandıracak şeyler, daha fazlası değil.. asıl düşündüren insani yönü.. evet, bu dram-ların nedeni orada yaşananlar, bunu hiç aklınızdan çıkarmadan da izleyebilirsiniz filmi, ama öncesini tamamen unutarak da.. özellikle anne figürü, benim, filmi bu yönüyle izlememi güçlendirdi sanki..

filmin başrolünde önce karadeniz var.. yeşiliyle, dinmeyen yağmurlarıyla, bulutlar arasındaki dağları, tepeleriyle, hırçın dalgalarıyla.. yazmıştım daha önce, çok da hevesli değildim bu filmi görmeye ama o sahne, çılgın dalgaların iskeleyi dövüp metrelerce yükseldiği an..mutlaka perdede görülmeliydi!.. iyi ki gördüm.. son sahneyi de öyle.. siz de görün.. sinemadan daha çok anlayanlar daha iyi değerlendirebilir ama bana angelopulos’u anımsattı..

sonra onur saylak.. rolünün yüksek iniş çıkışları yok, öyle olduğu için de çok kolay değil aslında ama bence başarıyla kalkmış altından.. abartmadan oynamış.. çok sade, içten.. yüzü tanıdık geliyordu, canan doğruladı, sınıf arkadaşı olmuşuz üniversitede.. sonra bırakmış.. biz de okula pek uğramadan bitirdik ya..

sonra müzikler.. mükemmel müzikler.. tek itiraz ne olabilir biliyor musunuz, daim yusuf orti’nin çok dokunaklı olması… hani ajitasyona bu kadar açık bi hikayede hangi müzik olsa aynı şeyi hissedebilirsiniz belki ama, o müzik, o anlamını bilmediğiniz sözler, yakarış, ağıt ne derseniz artık, dağlıyor yüreğinizi..

ve özcan alper.. ilk film için verilen bütün ödülleri alacaktır özcan alper.. ve o da hep iyi şeyler beklediğimiz yönetmenler arasına katılmıştır..

kendi adıma bi üzüntüm var filmle ilgili.. ne yazık ki çok uykulu olduğum bi gün, son seansta izledik sonbahar’ı.. keşke öyle olmasaydı da, itiraf: çok kısa süreli de olsa gözlerimin kapandığı anları da kaçırmasaydım :(

* gel oğul gel