23 Nisan 2009 Perşembe

insanlık halleri

son dinlediğim için mi bilmem, uçurtmalar sanki en iyisi..
belki çoban yıldızı..
bi dinleyişte en dikkat çekeni: ruhun sarışın.. çok anlamam ama ritmi cohen'in democracy'sini andırdı bana.
mavi kuş ve küçük kız, ortaçgil'e güzel bi saygı duruşu, tamam da o yaylılar çok arabesk olmamış mı?
fahişe.. daha iyisini en güzel hikayem'de yapmamış mıydı?...
ve aslında başka şarkılarda da aynısı.. çokça tekrara düşmüş bi teoman albümü..
ama seviyoruz bu adamı.. öyle de böyle de..

28. festival - son

festival bitti, ben izlediğim son iki filmden bahsemedim. yazayım da eksik kalmasın..

korkma benden, danimarka yapımı bi psikolojik gerilim.. konu çok özgün değil ama özellikle ulrich thomsen izlettiriyor.. başarılı bi adamın, rutinden sıyrılıp altbenliğini keşfi. ki pek hayırlı şeyler çıkmıyor tabi ki ordan. merak duygusunu ayakta tutmayı başarıyor. severim böyle filmleri. sevdim..

gidişler, bu yılın yabancı dilde oskar ödüllü japon filmi. nette bu filmle ilgili pek kötü bi şey bulamazsınız belki, ben yazayım. merkezde tamamen yerel bi konu var: ölen kişiyi son yolculuğuna hazırlama.. japon kültürüne özgü ritüeller ilgiyi artırıyor. hikaye ise her yerde yaşanabilecek türde.. müzikler mükemmel. neyi kötü?.. vardığı yer! bu filmden daha iyi bi hikaye gelişimi, daha iyi bi son beklemek hakkımız gibi. yoksa sadece bana mı öyle geldi hollywood düşüncesine sahip bi son olduğu? milliyetçilik yapayım: üç maymun daha iyi..

17 Nisan 2009 Cuma

28. festival - 2

bu festival filmlerine gittiğimde bi tuhaflık hissetmeye başladım.. genelde salonlar tıklım tıklımdı, özellikle galalarda tabii. sinemanın önünden başlayan aşırı bi kalabalık.. fuayede, salonda.. koltuğunuza oturuyorsunuz bitmek bilmiyor girenler. festival dışında artık fazla yaşanmayan bi durum. bi yandan güzel ama tuhaf da geliyor artık: onca kişinin biraraya gelip iki saat bi salonda, başka hiçbir şeyle ilgilenmeden aynı perdeye odaklanması.. bi duygudaşlık ama rahatsız edici bi yanı da var. öyle işte..

filmler üzerine küçük yorumlara devam edelim.
geçen cuma bi rumen filmi seyrettim: oltanın ucunda. 4-5 oyunculu.. büyük bölümü bi dere kenarında geçiyordu. belli ki pek para gitmemiş. ama deneysel yanı da var. yönetmen film boyunca olan biteni sadece karakterlerin bakış açısıyla çekmiş. kamera bi birinin gözünde, bi karşısındakinin.. çok rahatsız edici başta.. yeter, ne zaman vazgeçecek bundan, dedim, ama sonuna kadar devam etti. gerçi dere kenarında kamera geçişleri uzayınca alıştık sayılır.. yine de sinema çıkışında fark ettim ki çoğu kişiye sıkıcı gelmiş. ben öyle hissetmedim. evet durağandı ama derdini iyi anlatıyordu. insanlar arasındaki güvensizliği, iletişimsizliği basitçe gözler önüne seriyordu. berkun oya'nın bayrak'ta yaptığı gibi.. ilginç o da "oltalar suyun altında karıştı" diye başlamıyor muydu? son not: sadece bi araba camından gördüğümüz romanya caddeleri ne kadar türkiye’ye benziyor öyle..

cumartesi galası: ricky. en çok merak ettiklerimden biriydi.. ilginç bi hikaye: uçan bebek. biraz gizemli, gerilimli.. ama dozunda, ozon’un diğer filmlerinden havuz ya da kumun altında’ki kadar. filmin başındaki sahneyle sonunu pek örtüştüremeyebilirsiniz, uğraşmayın.. o sahnenin yeri başkaymış, orada mantıklı oluyor ama kurgu sırasında demişler ki izleyicinin aklı karışsın, farklı yorumlar yapsın, bunu başa koyalım. öyle bi şey işte. üzerine birçok yorumlar yapılır ama doğrusu olmayacak.. ben sevdim ricky’yi, ricky’den çok minik ablasını..

pazar akşamı, bi türk filmi: uzak ihtimal. tam gs-fb derbisi saatinde. baştan sona izlediğim maç sayısı zaten çok azdır. yine, maç mı film mi diye hiç düşünmedim ve yanılmadım. çok mu iyiydi uzak ihtimal? hayır.. sadece iyi demek hiç haksızlık değil. mahmut fazıl coşkun’un ilk kurmaca filmi. ahmet hakan’ın, hani soyadı vardı coşkun diye, onun kardeşi.. istanbul’a yeni gelen bi müezzin ile bi rahibe adayının platonik aşkı.. arada başka şeyler de var. baba rolü de önemli bir yer tutuyor mesela ama ben zorlama buldum o kısımlarını. kadın-erkek, müezzin-rahibe ilişkisi, duygular çok da söze gerek kalmadan iyi anlatılmış.. taşradan kente gelen adamın hali de öyle.. senaristler arasında mahmut fazıl’ın adı yok ama film sonrası sorularda da ortaya çıktı ki fikir ve yönlendirme açısından belki de en fazla onun etkisi olmuş. “ben bu filmin yönetmeniyim” diyor, “her aşamasında izim var ama her başlığın altına ismimi yazmama gerek yok”.. mesaj gitti bi yerlere. söyledim, gereksiz yere söze başvurulmamış, karakterler sınırlı, çok hareketli bi hikayesi yok ama yine de ilgiyle izleniyor film.. gündelik hayata dair, iyi gözleme dayanan gülümseten yanlarıyla daha yakınlık hissediyorsunuz.. son not: görkem yeltan. gölge’den sonra burada da gizemli bi karakterde çok başarılı, çekici, yetenekleri geniş ve uzun süre bizimle beraber güzel yollarda yürüyecek belli..

salı akşamı başka bi türk filmi: hayatın tuzu. ilginç bi film.. hani bazen pek hoşlanmazsınız da anlamadığınız, çözemediğiniz, altında farklı anlamlar barındırdığını hissettiğiniz ya da öyle hissettiren filmler vardır. o filmler için, biraz kendinizi de koruma güdüsüyle aleni kötü demek zordur.. öyle işte. yeni filmlerine bakmak gerek murat düzgünoğlu’nun.. artısı: levent ülgen.

perşembe gündüz: zift. önceden planlamadan o günkü boşluğuma göre karar verip izlediğim bi bulgar filmi. yönetmeni javor gardev.. bi yerlerden bulun ve mutlaka izleyin. "bok miktarı arttıkça verdiği zarar azalır, tabi manevi olarak”

9 Nisan 2009 Perşembe

28. festival - 1

çok uykum var.. ama az önce izlediğim film yarın da var ve gitmek isteyenler çıkabilir. onlar için belki benim bir-iki sığ yorum-önerim faydalı olabilir. film: il divo.. lönk diye söyleyeyim: italyan siyasi hayatına çok hakim değilseniz kesinlikle sinemada izlemeyin.. kötü demiyorum. karakterler, kurgu falan başarılı hatta ama, işte tuzak bi film. evde sindire sindire izlenesi..

o zaman izlediğim öteki filmler hakkında da birkaç cümle..
açılış filmi: hoşgeldiniz.. fena değil. türk-kürt oyuncular ve tanıdık konuşmalar var ama önemli uyarı: bi fransız filmi, ona göre..

baader meinhof. yakınlarda girecek herhalde gösterime. başarılı. kesinlikle sinemada izleyin ki o kalasları kafanızda hissedin. bi parça uzun ama olsun, nasıl olsa festivalde izlemeyince 10 dakika ferahlama şansınız olacak. artısı: moritz bleibtreu.

kanun benim.. ed harris'ten bi western. harika.. 4 film içinde yüzümü en çok güldüren. "ben o tarz filmleri sevmem" demeyin, hata edersiniz.. artısı: ne çok özlüyor insan koca koca binaların olmadığı bir dünyayı..